ihya.org
Fatih Sultan Mehmed
Fatih'in İki Sırlısı
Tarih, bir milletin düşünüş tarzıdır. Tarihini anlamak, bunun için o milletin hangi şartlarda nasıl akıl yürüttüğünü, karar verdiğini ve uyguladığını anlamak demektir. Tarih ne bir karalama tahtası ne de hamaset nutuklarının atıldığı bir meydandır. Tarihe, çare aramak için dönülür. Tarihten usûl, erkân öğrenilir.
Her millet, kendi tarih rüyasını hayra yormayı öğrenmekle mükelleftir; kendisi ve civarı için. Rüyası yorulmamış bir tarih kuşun kanadındaki bir birikintiden ibarettir; tabir olununcaya kadar da orada kalmaya mahkumdur.
Ayasofya, Ezan ve Yahya Kemal
Eski bir kitapta okumuştum: Hayatında cami nedir bilmeyen bir adam, gittiği bir köyde ilk defa minare görüyor. Aval aval bakmaya başlıyor. Biraz sonra müezzin yukarı çıkıp, şerefeyi dolaşarak ezan okuyor. Tabii ki, ezanı bitirdikten sonra minarenin küçük kapısından içeri giriyor. Büyük bir şaşkınlıkla manzarayı seyreden ahmak, yanındaki arkadaşına, “Gördün mü ağaç adamı nasıl yuttu?” diye soruyor. Bir kısım medyanın, “Ayasofya’nın minaresinde ezan sesleri.” diye manşet atmasını ben şahsen minareyi ağaç zanneden adamın cehaletiyle eş değer buluyorum. Bunlar bilmiyorlar mı ki, Ayasofya’nın minarelerinde ezan, yaklaşık beş yüz yıldan beri okunuyor.
Mâbedin müzeye çevrilmesiyle birlikte ara verilen ezana, 1991 yılının mart ayında tekrar başlanıyor ve şerefeler, ezanla bir kere daha şerefleniyor. Bu gerçeği bilmeyen bazı gazeteciler, sanki ilk defa uygulamaya konuluyormuş gibi, “Ayasofya müzesi yavaş yavaş ibadete açılıyor. Bir minareden ezan okunuyor.” diyerek zihinleri bulandırmaya çalışıyorlar. Minare zaten ezan okumak içindir, şarkı türkü söylemek için değildir.