ihya.org

mimarlık

Batı, İslam mimarisini 500 yıl sonra keşfetti

İslam medeniyetinin Ortaçağ'da kullandığı mimariyi batı medeniyetleri 500 yıl sonra ancak kullanabildi.

İslam ülkelerindeki Ortaçağ'dan kalma mozaiklerin, Batılı matematikçilerin ancak 500 yıl sonra keşfedeceği gelişmiş geometrik özelliklere sahip olduğu ortaya çıktı.

Tarihçiler cami, türbe gibi binaların duvarlarında iç içe geçmiş çokgen süslemeleri yaparken kumpas ve cetvel kullanıldığına inanıyordu. Ancak Harvard Üniversitesi'nden Peter Lu ile Princeton Üniversitesi'nden Paul J. Steinhardt'ın yürüttüğü araştırmada 'kumpas ve cetvel basit hatlar oluşturmaya yetse de, mozaik çinilerdeki mükemmel beşli ve 10'lu simetrinin, ancak çok karmaşık bir sistemle açıklanabileceği' belirtildi." 22 Şubat 2007'de AP, Reuters gibi yabancı ajanslardan servis edilen bu haber, İslam mimarisinin ne kadar ileri seviyede olduğunun yeni bir kanıtı.

Anıtkabir'in Mimarları

1. Emin Onat (1908-1961)

İstanbul'da doğdu, Beyazıd Nümune Mektebi ve Vefa Sultanisi'nde okudu. 1926'da Yüksek Mühendis Mektebi'ne girdi. Üçüncü sınıftan sonra tahsilini tamamlamak ve dönüşünde kendi okulunda öğretim üyesi olmak üzere seçilerek Zürih Yüksek Teknik Okulu'na gönderildi. 1934 yılında Mimarlık Bölümü'nden birincilikle mezun oldu. 1935'te Yüksek Mühendis Okulu Mimari Bölümü'nde Doçent ve 1938' de de Profesör oldu. 1942'de Uluslararası Anıtkabir Proje Yarışması'nda birinci seçildi. 28 Mayıs 1943'te Ordinaryüs Profesör oldu. 1946'da İngiliz Mimarları Kraliyet Enstitüsü fahri üyesi seçildi. 1938'den itibaren Mimarlık Şubesi Şefi olarak Teknik Üniversite'nin kuruluşuna kadar çalıştı. 1944'te Teknik Üniversite kurulunca Mimarlık Fakültesi'nin ilk dekanı seçildi. İki devre dekanlık ve 1951-1953 yılları arasında da rektörlük hizmetlerinde bulundu. 27 Haziran 1951'de fakültenin gelişmesinde gösterdiği büyük hizmetlerden dolayı Profesörler Kurulu tarafından, rektörlük dönemindeki başarılarından dolayı da Senato tarafından çeşitli takdirnamelerle ödüllendirildi.

Anıtkabir'in Mimarisi ve Tarihi

ANITKABİR

Türk Kurtuluş Savaşı'nın ve Türk İnkılâplarının büyük önderi Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün, Türk vatanının bağımsızlığını kazanması için giriştiği savaş ve Türk milletini çağdaş uygarlık seviyesine ulaştırmak amacıyla gerçekleştirdiği inkılâplarla geçen yaşamı 57 yıl sürmüş ve Büyük Önder 10 Kasım 1938'de ebediyete intikal etmiştir.
Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye'yi bütün kurumları ile çağdaş uygarlığın bir üyesi yapan, insanlık tarihine mal olmuş büyük bir önderdir. O'nun yüceliğini her yönüyle temsil edecek, ilke ve inkılâpları ile çağdaşlaşmaya yönelik düşüncelerini yansıtacak bir anıtmezar yapma fikri, Atatürk'ü kaybetmenin derin hüznü içindeki Türk milletinin ortak isteği olarak belirmiş ve yapımına karar verilmiştir.

RASATTEPE (ANITTEPE)

Anıtkabir yapılmadan önce rasat istasyonu bulunması dolayısıyla Anıttepe'nin ismi Rasattepe idi.

Anadoludan tarihi ve mimari yapılar

Bugün (Kayseri) Mimarsinan Parkı içinde bulunan ve Selçuklular Döneminde yapılan Gevher Nesibe Medresesi dünyanın ILK uygulamalı TIP okuludur.

Mahperi Hunat Hatun, yaptırdığı dini ve kültürel müesseselerle sadece kendi ismini değil, aynı zamanda Selçuklu mimari sanatının şaheser örneklerini de ebedileştirmiştir.

Hunat Külliyesi’nin kurucusu olan ve doğum tarihi bilinmeyen Hunat Hatun, Selçuklu Hükümdarı I. Alaeddin Keykubat’ın karısı ve II. Gıyaseddin Keyhusrev’in annesidir.

Zamanında büyük bir nüfuz ve otorite sağlayan Hunat Hatun, güzelliğinin yanında son derece narin ve kültürlü, cömert ve geniş kalpli, ilim-irfan sahibi ve hayırsever bir kimse oarak tanınmıştır.

Bu meziyetlerinden dolayı kendisine, bilgin, büyük anlamına gelen “Huvand-Hondi-Hunat” ismi verilmiştir. Prenses, sultan, hanım payesini vermek için de Hunat ismine “Hatun” eklenmiştir.

Anadolu'da Selçuklu Çağı Mimarlığı

1071 Malazgirt Savaşından sonra tümüyle Türklere açılan Anadolu'da, 13. yüzyılın sonuna kadar süren bir dönemin sanatına verilen genel isim, Selçuklu Çağı Sanatı'dır

Önce ıznik, sonra Konya'yı başkent yapan Anadolu Selçuklularının ikinci derecede merkezleri Kayseri ve Sivas ile çevreleri olmuştur.

Özellikle 12. yüzyıl boyunca, batıda Bizans ile ilişkilerini ve Haçlı seferlerine karış mücadelesini sürdüren Anadolu Selçukluları, taht kavgalarını da çözümlemek zorunda kalmış, yoğun bir siyasal ortamda yaşamıştır. Bu süre içinde, özellikle doğu ve güneydoğu Anadolu'da ılk Türk Devletleri, zaman zaman Anadolu Selçuklu Sultanlığını veya ıran ve Suriye Selçuklularının yüksek egemenliğini tanıyarak, erken dönemin mimarlık ürünlerini vermeye başlamışlardır. Bunlar arasında Sivas, Kayseri, Malatya çevresinde 1071-1174 arasında Danişmentliler; Hasankeyf, Mardin, sonra Diyarbakır merkezleri ve Harput'da 1101-1312 arasında Artuklular; Erzurum'da 1081-1202 arasında Saltuklular; Erzincan, Kemah, şebinkarahisar, Divrik merkezlerinde 1171-1252 arasında Mengücüklüler Anadolu Türk Mimarlığının şekillenmesinde, erken dönemin önemli denemelerini ortaya koymuşlardır.

Anadolu Beyliklerinde Mimari Anlayış

Coğrafî bakımdan büyük bir çeşni gösteren Anadolu'nun dört bucağına dağılmış olan beylikler, gerçi aynı kavmin mensubu idiler. Fakat yeri yurdu ayrı varlıklar halinde ve netice itibarile başka karakterlerde gelişerek herbiri kendi muhit ve anlayışlarına uygun eserler vermeğe başladılar. Sanatları nın çok kuvvetli mayasını Anayurttan beraberlerinde getirmiş bulunan bu insanlar, asla kopyaya yeltenmediler. Kuruluşlarının ilk yılları herhalde bu bakımdan en fazla zaaf gösterebilecekleri anlardı. Fakat bugüne kadar kalabilmiş büyüklü küçüklü sayısız eser bunun böyle olmadığını açıkça gösterir.

Memleket ölçüsünde mimarların yetişmesi, büyük eserlerin icabettirdiği masrafları karşılıyacak gibi devlet bütçesinin zenginleşmesi, senelere bağlı olduğu için, beyliklerin siyasî hayatlarının başlangıç yıllarında ortaya koydukları eserler de elbetteki bünyelerine uygun olarak küçük çapta idiler. Fakat bu mütevazi yapılar kurucularının yüksek san'at kabiliyetlerini en açık şekilde ifade etmeleri bakımından kanaatimizce büyükleri kadar ve hattâ bazı hallerde onlardan da fazla kıymet ifade ederler. Zira bunlar en tabii şekilde hiç zorlanmadan yapılmışlardır. Tesirlerden azade bir san'at heyecanı, tabiî şartlar ve malzemenin kullanış özelliklerinin icabettirdiği bir anlayışla meydana getirilen bu eserlerle, Anadoludaki Türk mimarîsinde bir yeniden başlamaya işaret edilebilir.

5 Asırlık İlim Yuvasını Türk Mimarlar Restore Etti

Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi (TİKA) Başkanlığı, Kırım`da 1500 yılında inşa edilen ve Kırım Hanı I. Mengli Giray`ın inşaatında bizzat çalıştığı zincirli medrese, TİKA başkanlığınca restore edildi.

AA muhabirinin edindiği bilgiye göre, Kırım Hanlığının günümüze kadar gelen en önemli mimari eserlerinden sayılan Zincirli Medrese ile Hacı Giray Han Türbesini, Kırım Tatar halkının kültür hayatına yeniden kazandırmayı ve gelecek kuşaklara aktarmayı hedefleyen TİKA Başkanlığı, 3 yıl önce restorasyon çalışması başlattı.

Doğu Avrupa`nın en eski eğitim kurumları arasında yer alan, yılların getirdiği yıpranma ve bakımsızlık nedeniyle kullanılamaz hale gelen 5 asırlık medrese, TİKA`nın Kültür Bakanlığı uzmanlarının gözetim ve denetiminde, Ukrayna Kültür Bakanlığı ve Bahçesaray Valiliği ile işbirliği içinde yürüttüğü çalışmalar sonucunda onarıldı.

100 Yıllık Slovenya Mimarisi

1991’de kazanılan bağımsızlık, 2004’te gelen Avrupa Birliği üyeliği, 2007’de para biriminin Euro ile değiştirilmesi ve 2008 yılının ilk yarısında Avrupa Birliği Dönem Başkanlığı... Bunlar, son zamanlarda Slovenya’ya ve ülkenin mimarlık kültürüne olan ilginin giderek artmasının birkaç sebebi. Ülkenin yaklaşık 100 yıllık mimarlık tarihine ait eserler ve mimarlığa günümüze kadar yol gösteren Plečnik, Fabiani ve Ravnikar gibi Sloven mimarlara ait seçkiler, Viyana’da düzenlenen “Mimarlık. Slovenya - Usta ve Sahne” başlıklı sergide Mayıs ayında ziyaretçilerle buluştu.

Dinamizm ve karmaşa, 20. yy’ın ilk yarısında toplumsal güçler ve çeşitli sanat akımları tarafından şekillendirilen Slovenya mimarisini tanımlayan iki sözcük. Söz konusu dönemin, aralarında Max Fabiani (1865 - 1962) ve Jože Plečnik’in (1872 - 1957) öne çıktığı dikkate değer mimarları, Viyana’da eğitim gördü. Slovenya’nın başkenti Ljubljana’da 1895 depreminden sonra bina yapan mimar ve müteahhitlerin çoğu Alman, Çek ve Hırvattı, bir kısmı ise İtalya’nın Friuli Bölgesi’nden geliyordu. 19. yy’da ve 20. yy’ın ilk yarısında Avusturya - Macaristan İmparatorluğu’nun sınırları içinde bulunan multietnik Trieste ise, Sloven kurumların geliştiği en büyük ve önemli kentlerden. Narodni dom (Max Fabiani, 1905), Sosyal Bilimler Okulu (Josip Costaperaria, 1912) ve Ekonomi Binası (1905) bu kurumlardan bazıları. Ancak, Avusturya - Macaristan İmparatorluğu’nun yıkılması ve Slovenya sınırları içinde bulunan Trieste’nin 1. Dünya Savaşı’ndan sonra İtalya’ya bırakılması, bu kültürel gelişim sürecinin oluşmasını sağlayan Sloven elitlerinin Trieste’yi ulusal bir odak noktası yapma çabasını boşa çıkardı. Özellikle kentteki Narodni dom başta olmak üzere tüm Sloven kurum ve yapılar, İtalyan ırkçılığının hedefi oldu.

Asmalı Mescit Sokağı

Tarihi Gelişimi

Galata’nın ilk çağlara kadar uzanan tarihine karşın, bir elçilikler semti olarak gelişen bölge, 16.yyın ilk yarısında, içinde tektük yapıların yer aldığı bağlık bahçelik bir alandır. Bu tarihlerde Beyoğlunda, Acemioğlanlar Kışlası olarak kullanılan Galatsarayındaki toplulukla Galata Mevlevihanesi, Şahkulu Mescidi, Asmalı Mescit ve Ağacami çevresinde küçük Türk yerleşmeleri bulunmaktaydı. 16.yy sonlarında Fransız, Venedik, İngiliz, Hollanda, Polonya ve 17.yy da Danimarka elçiliğinin bölgeye yerleşmesinden sonra 18.yylarda semtin elçilik görevlilerinden başka yabancı uyrukluların ve gayrimüslim azınlıkların oturduğu önemli bir alan haline gelmeye başladığı görülür. Yaklaşık iki yüzyıllık bu dönemin genel karakteri nüfusu çok düşük kalan bir insan dokusu ve elçilik binaları hariç, çok basit ve bir kısmı Türk mimari üslubunda ahşap olan ve Tünelbaşı-Taksim ekseniyle yan sokaklarında kendini gösteren lineer bir yerleşim planıdır. Bu dönemde hayat son derece basit ve sönüktür. Elçilik binaları içindeki davetler dışında tek bir otel, iyi bir restoran, eğlence yeri, tiyatro veya sergi salonu cinsinden bir kültür yeri yer almaz.

Mimaride Biçim ve Mekan

BİÇİM VE MEKAN

Mekanlar sürekli olarak varlığımızı sarmalar. Biçim ve nesneleri görerek mekanın içindeki ve dışardan gelen etkileri hissederiz. Onun görsel biçimi, ışık kalitesi, boyutları ve ölçeği tamamen toplam biçimin elemanları tarafından tanımlanan sınırlarına bağlıdır. Mekan çevrelenmekle ve biçimini oluşturan elemanlarla mimari oluşum kazanır. Figürler dikkatimizi çeken pozitif elemanlardır. Bunları algılamak arkalarındaki zıt fonu anlamakla olur. Bunlar karşıtların birliğini oluşturur. Bunun gibi biçim ve mekan elemanları da mimarlığı oluşturur.

Mimari Biçim kütle ve mekan arasındaki ortak temas noktasında varolur. Mimaride biçim ve mekanın ilişkisi birkaç ölçekte tespit edilebilir. Kentsel ölçek de binanın bir yerin mevcut dokusunu koruyup korumayacağı, diğer binalara dekor olup olmadığı, kentsel mekanı tanımlayıp tanımlamayacağı veya mekanda serbest durmasının uygun olup olmayacağı dikkate alınmalıdır. Aynı şekilde binaların plan çiziminde de duvarları pozitif eleman olarak okuma eğilimi gösteririz. Aralarda kalan alanlar duvarlar için arka plan değil şekil ve biçimlerle dolu çizimin içindeki figürler olarak görülmelidir. Binadaki her mekanın biçimi ve çevrelenişi ya etrafındaki mekanların biçimini belirler yada onlar tarafından belirlenir.

Mimar Kasım Ağa

Koca Kasım Ağa, 16. yüzyıl sonunda ve 17. yüzyılda hizmet vermiş Osmanlı mimarıdır. İstanbul'a devşirme olarak geldi. Mimarlığı muhtemelen Davud Ağa'dan öğrendi. Adı ilk olarak 1597 yılında Dikilitaş yakınındaki Validesultan hamamının onarımı sırasında duyuldu. 1622 yılında Mimarbaşı Hasan Ağa'nın ölümünden sonra baş mimarlığa getirildi.

Eserleri

1639'da Üsküdar sarayında Baltacılar koğuşunu onardı. Altı ay süren bir çalışmadan sonra Topkapı Sarayı'nda Sepetçiler Kasrı'nı yeniden yaptı. 1598'de Mimar Davud Ağa'nın planı ile başlanan ve dört mimar tarafından tamamlanan Yeni Cami'nin yapımına yardımcı oldu. 1644'de memleketi Arnavut Belgradı'nda bir çeşme yaptırdı.

Mimar Davud Ağa

Mimar Davud Ağa (? - 1599), Mimar Sinan'ın kalfalarından olup, Sinan'ın vefatından sonra Osmanlı Devleti'nin baş mimarlığına getirilmiştir.

Hasbahçe'de yetişip Kağıthane suyolu nazırlığından başmimarlığa yükselen Davud Ağa, 1570'li yıllarda Mimar Sinan'ın kalfasıydı. Büyük selin İstanbul'u tahrip etmesinden sonra yıkılan köprü ve kemerleri onardı. Selimiye Camii, Valide Camii inşasında çalıştı. 1585'de Fatih'te Mehmed Ağa Camii'ni inşa etti. 1588'de Sinan'ın ölümüyle boşalan baş mimarlığa getirildi.

Fatih'deki Nişancı Boyalı Mehmed Paşa Camii'ni tamamladı, İncili Köşk ve Sepetçiler Köşkü'nün inşasında bulundu, Topkapı Ahmed Paşa Camii inşasına katıldı, Takyeci Camii ile Cerrah Mehmed Paşa Camii'ni inşa etti. 1595'te III. Murat'ın Ayasofya'daki türbesini yaptı. 1599'da vebadan vefatından bir ay önce Yeni Camii'nin temelini attı, inşasına başladı.

Mimar Mehmed Tahir Ağa

Mimar Mehmed Tahir Ağa (18. yy) Mimarbaşı

"Doğum ve ölüm tarihleri" bilinmemektedir. I. Mahmud devrinde daha 12 yaşındayken babası ile birlikte Rusya ve Avusturya seferlerine katıldı. Haziran 1760'ta Hacı Ahmed Ağa'nın vekili olarak mimarbaşılık görevinde bulunan Mehmed Tahir Ağa, 1761 bağlarında bu göreve tayin edildi. Mayıs 1768'de görevden ayrılan Mehmed Tahir Ağa'nın yerine Abdi Ağa getirildi. Mart 1770'te ikinci kez mimar başı olarak tayin edilen Mehmed Tahir Ağa, 1775'e kadar bu görevini sürdürdü ve bu tarihte yerine Hafız İbrahim Ağa atandı. 1777'de üçüncü kez göreve getirilen Mehmed Tahir Ağa bu sefer 5 Ağustos 1784'e kadar bu görevim devam ettirdi ve yerine tekrar Hafız İbrahim Ağa tayın edildi. Görevden ayrıldıktan sonra Nisan 1788'de I. Abdülhamid devrinde Avusturya seferi sırasında Fethül İslam civarında bir köprünün nazırlığını yürüttü, çevredeki diğer köprülerin de bakımı ve yeniden yapımı için gerekli çalışmalarda bulundu.

Mimar Hayreddin

Mimar Hayreddin 15. yüzyıl sonları ile 16. yüzyıl başlarında yaşayan, II. Bayezid devrinde önemli binalar inşa eden Osmanlı mimarı.

Kaynaklarda baba adının Mimar Murad olduğu kaydedilmektedir. Fakat bu Mimar Murad'ın Fatih ve II.Bayezid devrinde bir hayli adı duyulan ve II. Bayezid'in Geyve'deki köprünün mimarı olan Abdullah oğlu Mimar Murad Halife olup-olmadığı kesin olarak bilinmemektedir. Mimar Hayreddin'in doğum yeri ve yılı ve vefatının tarihi de belli değildir. Hayatı hakkında da bilgimiz çok azdır.Ancak birçok mimarlara göre tarihi bir şahsiyet olduğu muhakkaktır. İstanbul'daki II. Bayezid Külliyesinin ve kendisine izafe edilen bazı binaların mimarı olduğu hakkında yaygın bir kanaat mevcutsa da, bu iddiaları ne te'yid ve ne de reddetmek mümkün değildir.

Mimar Sedefkar Mehmet Ağa

Sedefkar Mehmed Ağa Sultanahmet Camii'sinin mimarı. Kanuni Sultan Süleyman’ın saltanatının son senelerinde, Rumeli’nden devşirilerek İstanbul’a getirildi. Beş sene Acemi Ocağında kaldıktan sonra, Kanuni Sultan Süleyman Türbesi bahçe bekçiliği vazifesi verildi. Bu vazifesi esnasında mühendis mektebi talebelerinin derslerini dikkatle takip etmesi, hocaların gözünden kaçmadı. İmtihana tabi tutularak derslere devamı uygun görüldü. Üstün kabiliyeti sayesinde kısa zamanda talebeler arasında kendini gösterdi. 1570'den 1589'a kadar Mimar Sinan'nın öğrencisi oldu. Muhzırbaşı oldu. Mimar Sinan'ın ölümünün ardından Mimar Davut Ağa'dan, sonra da Dalgıç Ahmed Ağa'dan ilim öğrendi. Burada yirmi sene Mimar Sinan, Mimar Davud, Mimar Dalgıç Ahmed Ağalardan mimarlık ve sedefkarlık dersleri aldı. Sedef işlerindeki fevkalade mahareti sedefkarlık halifesi olmasına sebep oldu. Mimar Sinan’ın tavsiyesiyle Sultan Üçüncü Murad’a sedef işlemeli bir rahle hediye ederek, padişahın takdirini kazandı. Kendisine Topkapı Sarayı Kapıcılığı verildi. Bu vazifeyle beraber derslere de devam ederdi.

Top