ihya.org

namaz

Bir İkindi Vakti

Bir ikindi vaktinde açıyorum gözlerimi zamana. Bir ikindi vaktindeyim ve ruhum sığmıyor bedenime. Güz rengi sarmış kâinatı. Ağaçların geçit verdiği yapraklar, salınarak iniyor yere. Ve düşen bir sonbahar yaprağı dokunuyor yüreğime. Bir kelebek kanadının narinliğinde bir titreyişe teslim ediyor onu.
Derin bir huzur gemisi yaklaşıyor yürek sahilime. Yakamoz­lara emanet edilen ışıltılarda bir akis var şimdi. Güneş vuruyor denize; ama kendi resmi düşmüyor. Bir başka desene emanet ediyor yerini. Bakıyorum, gül desenleri çizilmiş damlalarda. Kan kırmızı bir renge bürüyor denizi güller. Doyulmaz bir seyrin dellâlları yarışıyorlar şimdi de. Bir 'gül gösterisi'nin davetini duyuruyorlar.

Minber ve Minberin Tanımı

Camide hatibin hutbe okumasına mahsus kürsü. Arapça, yüksek olmak, anlamındaki "nebr" kökünden ism-i âlettir. Minber, Cuma veya bayram hutbelerini okumak üzere çıkılan, genellikle mihrâbın hemen sağında bulunan merdivenli yapının adıdır.

Hz. Peygamber'in Medine'de inşa ettirdiği Mescid-i Nebevi'de, önceleri bir minber bulunmuyordu. Cemaatin çoğalması nedeniyle Hz. Peygamber (s.a.s)'in ders ve hutbelerinin daha rahat duyulabilmesi için, Hicretten yedi yıl kadar sonra ilk minber yapıldı. Hz. Peygamber o zamana kadar bir hurma kütüğüne yaslanarak ve kerpiçten yapılmış bir set üzerine çıkararak hitap ediyordu (Semhûdî, Vefâü'l Vefâ, Mısır 1326, I, 281-282).

İlk minber Hz. Peygamber'in ashabıyla istişaresinden sonra isteği üzerine bir kadının marangoz olan kölesi tarafından yapılmıştır. Ustanın adıyla ilgili farklı rivayetlerden, minber yapımıyla bir kaç kişinin ilgilendiği anlaşılmaktadır.

Mihrap Nedir?

Oda, köşk, baş köşe, yüksek yer, savaş âleti. Câmide imamın namaz kılarken cemaatin önünde durduğu, kıble tarafındaki duvarın ortasında bulunan, oyuk, girintili yer anlamında bir terim. Çoğulu "mehârîb"tir. Bu bölüm, savaş âletine benzetilerek mihrab denilmesi, şeytan ve kötü düşünce ve arzularla savaş yeri kabul edilmesindendir.

Kuran-ı Kerim'de Mihrap

Kur'ân-ı Kerîm'de mihrab sözcüğü ve çoğulu şu âyetlerde geçmektedir. Kudüs'te Mescid-i Aksa bünyesinde, Meryem'in barındığı bir bölme anlamında şöyle kullanılmıştır: "Rabbi onu, güzel bir şekilde kabul etti ve onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Onu Zekeriyya'nın himayesine bıraktı. Zekeriyya meryem'in bulunduğu mihrâba her girdiğinde onun yanında yiyecek, rızık buldu. "Bu,.sana nereden geldi ey Meryem?" dedi". Meryem; "O, Allah tarafındandır. Şüphesiz Allah, dilediğini hesapsız bir şekilde rızıklandırır" (Ali İmrân, 3/37).

Şadırvan



Genellikle cami avlularında ortada bulunan, çevresindeki musluklardan ve ortasındaki fıskiyeden su akan üzeri kubbeli abdest yeri.

Şadırvanın ortasındaki havuzu, estetik bir kubbe örtüsü kaplar ve sütunlarla çevrilidir. Altıgen veya sekizgen yapıyı çevreleyen saçakların altında musluklar ve oturaklar taş veya ahşaptır. Büyük camilerde şadırvanın yanında bir büyük servi bulunur. Şadırvan da Osmanlı cami mimarisinin temel öğelerindendir ve oymacılık, hat, mermer işçiliği gibi sanatlarla bütünleşmiştir.

Ezansız Semtler

Kendi kendime diyorum ki; şişli, Kadıköy, moda gibi semtlerde doğan, büyüyen, oynayan Türk çocukları milliyetlerinden tam bir derecede nasip alabiliyorlar mı? O semtlerdeki minareler görülmez, ezanlar işitilmez, ramazan ve kandil günleri hissedilmez. Çocuklar Müslümanlığın çocukluk rüyasını nasıl görürler?

İşte bu rüya, çocukluk dediğimiz bu Müslüman rüyasıdır ki, bizi henüz bir millet halinde tutuyor. Bugünkü Türk babaları havası ve toprağı Müslümanlık rüyası ile dolu semtlerde doğdular, doğarken kulaklarına ezan okundu, evlerinin odalarında namaza durmuş ihtiyar nineler gördüler, mübarek günlerin akşamları bir minderin köşesinden okunan Kuran’ın sesini işittiler; bir raf üzerinde duran Kitabullah’ı indirdiler, küçücük elleriyle açtılar, gülyağı gibi bir ruh olan sarı sahifelerini kokladılar.

"Allah acaba şu bulut mu?"

Doğduğum evin bahçesinde gezindim. Eskiye çok eskilere uzandım. Hatıralar uğuldamaya başladı. İçlerinden bazılarını o kadar net hatırlıyorum ki sanki dün yaşanmış gibi. Eski evimizdeki odamın arka penceresinden seyrine doyamadığım iki manzara vardı.

Biri, namaz vakitlerini bildirmek için ezan okuyan müezzinin, minarenin demir parmaklıklı şerefesinde ağır ağır dönerek ezan okuyuşu ve sonra küçük kapıdan içeri girip kayboluşuydu ki, bana tarifsiz bir heyecan verirdi.

Odamın penceresinde bu manzarayı görmek için saatlerce beklerdim.

İkinci ve en büyük zevkim, annemin pencere kenarındaki çeyiz sandığının üstüne çıkarak külahta leblebi şekeri yemek ve pencereden, geçip giden bulutları seyretmekti.

Bu caminin minaresi neden ters

Ne kadar da dikkatsizmişim…

Cuma namazlarını kılmaktan en keyif aldığım camilerden biri olan İstanbul’un Sultanahmet semtindeki o güzelim Firuzağa Camii’nin minaresi meğer tersmiş…

Geçtiğimiz günlerde Geleceğin Sektörleri konusunda bir sunum yapmak üzere Kandilli’de bulunan Hünkâr Köşkü’nde MÜSiAD Yayın Komisyonu toplantısına katıldım. Toplantıdan önce Rumeli Hisarı’nı karşıdan gören boğazın o nefis manzarasına nazır oldukça keyifli bir ortamda dostlarla sohbet ederken, bir işadamımız bana döndü ve “Değerli Hocam, Firuzağa Camii’nin minaresi neden ters?” diye sordu.

Minarelerin Sesi

Minarelerin sesi asırlardır milletimizin sesi olagelmiştir. Biz, o seslerin çağlayanlar gibi üzerimize döküldüğü bir dünyada doğup büyüdük. O altın seslerle güne başladık, onlarla gün boyu yaşadık, onlarla oturup kalktık ve hâlâ onlarla oturup kalkıyoruz. Aslında o sesler, günde beş defa bize, kim olduğumuzu ve nasıl bir konumda bulunduğumuzu hatırlatır; biz de onlarla derlenir-toparlanır ve varoluş gayemize, gerçek insanî ufka yöneliriz.

Bu semâvî çağrı bizim dünyamızda, gökten indiği andan itibaren hep kendi orijiniyle gürleyip durdu, asla susmadı ve onca münasebetsiz hırıltıya rağmen ona icabet de hiç mi hiç kesilmedi. Her şeyin künde künde üstüne devrildiği dar bir zaman diliminde, bir kısım alafranga düşüncelerin tesiriyle onda da muvakkaten bir alaturkalaşma oldu ise de, o hemen bütün zaman ve mekânlarda kendine has örgüsü ve şîvesiyle hep devam etti ve gelip bugünlere ulaştı. Bundan sonra da -inşaallah- "ebed müddet" böyle sürüp gidecektir.

Ezanlar Okunurken…

Lâubali hareketlerine devam ediyorlar. Dünya kelamı konuşmayı sürdürüyorlar. Yahya Kemal bir yazısında “Ezansız semtler”den bahsediyor; Frenk semtlerini birer birer sıralıyor, buralarda doğan ve kulakları ezan sesinden mahrum kalan gençlere acıyor. Onların bu ilâhi davetten mahrum halde yaşamalarına üzülüyor, ve şunları söylüyor:

“Ah büyük cedlerimiz, onlar da Galata ve Beyoğlu gibi Frenk semtlerine yerleşirlerdi. Fakat yerleştikleri mahallede Müslümanlığın nûru belirir, beş vakitte ezan işitilir; asmalı minare, gölgeli mescit peydah olur, sokak köşesinde bir türbenin kandili uyanır, hâsılı toprağın o köşesi imana gelirdi.”

Bayramlarımız ve Biz

Bayramlar, bir milletin sevinç ve mutluluk günüdür. Milletçe eğlenildiği, oyunlar oynandığı ve etkinlikler yapıldığı gündür.

Bayram, fakiriyle - zenginiyle, duluyla - yetimiyle, amiriyle - memuruyla, işçisiyle - emeklisiyle, genciyle - yaşlısıyla, bir milletin mutluluk günüdür, sevinç günüdür. O gün herkes eğlenir. Herkes güler, dargınlık olmaz, kırgınlık olmaz, dövme olmaz sövme olmaz. O gün ulusal sevinç günüdür.

Ah! Keşke Senenin Tamamı RAMAZAN Olsaydı

Ramazan-ı Şerif’i on iki ayın sultanı kılan fazilet, aslında RAMAZAN lafzının mânâsında gizli. “Ramazan, yakıp yok eden” demektir. Rasûl-i Kibriya (sav) buyuruyor ki: “Ramazan ayı, Ramazan diye isimlendirildi çünkü o günahları yakar (yok eder).” (Camiu’s-Sağir, 2596). O günah ki dilde ağırlık, kabirde karanlık, sıratta boyunda yük, mahşerde rezillik, mizanda sefillik, huzuru İlâhiyye’de divana durulduğunda kula darlıktır.

Kadir Gecesini İhya Etmenin Fazileti

Kadir Gecesini İhyâ Etmek (Kadir Gecesini İhya Etmenin Fazileti Ve Daha Ziyade Ramazanın Hangi Gecelerinde Olduğunun Açıklanması)

Bu bölümdeki bir sure, bir ayet ve yedi hadisten; Ramazandaki bu gecenin bin ay yani 83 sene 4 aydan daha hayırlı olduğunu, inanarak ve sevabını Allah'tan bekleyerek bu geceyi değerlendirenin günahlarının bağışlanacağını, bu gecenin Ramazanın son on veya yedi gününün tek olanlarında aranması gerektiğini, bu gecede Rasûlullah (s.a.v.)'ın bize en çok okunmasını tavsiye ettiği duayı ve hayatı boyunca Ramazanın son on gününde ibadeti artırıp itikaf yaptığını öğreneceğiz. [1]

Ramazan Gecelerinin İhyası ve Teravih

Ramazan ayi, Allah’in kullarina ihsan ettigi önemli bir aydir. Faziletiyle ilgili yazilmis ve söylenmis çok söz vardir. Ama ne olursa olsun asil olan yasanmasidir. Aksi taktirde bildigini yasamayan insan konumuna düsülür ki,bu da Islâm’in kabul etmedigi bir gerçektir.

Ramazan gecelerinin ihyasiyla ilgili Ebu Hureyre’den mervî su hadis dikkat çekici: “Rasulullah ramazan gecelerini ihya etmeye tesvik eder, fakat kesin olarak emretmezdi. Her kim inanarak ve karsiligini Allah’tan bekleyerek ramazani ihya ederse, geçmis günahlari bagislanir.”

Ezanın Kurtuluş Çağrısı

Felah, kurtuluş demektir. Kurtuluş kelimesi değişik çevrelerce farklı şekilde yorumlanır.

Bir fakirin âleminde bu kelime, başını sokacağı rahat bir yuva, karnını yetesiye doyuracağı kadar gıda ve örtüneceği bir elbise olarak canlanır. Kısacası, onun kurtuluştan anladığı, fakirlikten ve dilencilikten azat olmaktır.

Bir hastanın dünyasında, bu kelime, şifa ile eş anlamlıdır. Asker, bu kelimeyi terhis mânâsında anlar, talebe ise okulu bitirme olarak değerlendirir. Mazlumun dünyasında kurtuluş, zalimin ölümüdür.

Halk Senin İçin, “Geceleri Uyumaz” Der

Hazret-i Peygamber (sav), namaz kılan fakat; kıyam, rükû ve secdesini gereğince yerine getirmeyen birini gördüğünde şöyle buyurmuştu: “Eğer sen bu hâl ile ölürsen, kıyamet gününde sana ‘Ümmet-i Muhammed’ demezler.”

Rivayet edildiğine göre, Zeyd b. Vehb, namaz kılarken secde ve rukûsunu yerine getirmeyen bir kimseyi gördü ve onu çağırıp:

-Ne vakitten beri bu şekilde namaz kılarsın, dedi. O kimse de:
-Kırk senedir, dedi. Zeyd buyurdu ki:
-Sen kırk senedir namaz kılmadın, eğer vefat edersen Efendimiz (sav)’in sünneti üzere ölmüş olmazsın.

Top