Bir Şehrin Özgüncesi

Bir Şehrin Özgüncesi

İçim gidemediğim şehirlerin şiirleriyle doludur. Herbirinin sokaklarında gönderdiğim mektupların mürekkep hokkasına batırılmış hasret dolu sayfaları asılı durur.

"Bir çentik at tarihe haydi uzat / ellerini varır bulur ellerim"

Yürüyüşün hesapsız gücünü kavramaya başladığım günden beri ellerim her biri birer sevgili olan bizim şehirlerin yollarında uzalı yar mektubu bekler gibi beklemekte. Biliyorum bir gün kavuşacak ellerimiz. Bir gün yüzümü süreceğim topraklarının harına.

Lamartine, "tabiatla insanlar arasında bir nevi akrabalık vardır." diyor. Bunu şehirler için söylersek eğer bazı şehirlerle aramızda kan kardeşliğinden, yol kardeşliğinden öte bir bağlılık olduğunu söylemek mümkündür. Mekke, Kudüs, Grozni, Semerkand, Buhara, Üsküp gibi meselâ. Ve daha dün vali gönderdiğimiz bugünse anca sefir yollayabildiğimiz nice ulu şehirler.

Bu şehirler çoğu insanın ortak duyarlılığının olduğu şehirlerdir ki ne anlam ifade ettikleri tartışma meselesi olamaz zaten. Bir de iç şehirlerimiz var bunların yanında. Başta İstanbul, Bursa ve Edirne gibi. Henüz gidemediğimiz şehirlere vakti saati gelince yolların sırtına atlayıp gideceğimize kimileriyle 1400 yıllık kimileriyle 680 yıllık hasretin biteceğine olan imanım dipdiri şekilde içimi ısıtıyor.

Büyük kutlu gezilere açılış olsun diye bir "kapı" şehir olarak Edirne ile başlatıyoruz gezimizi. Aynı yürek yangınında yanmış arkadaşlarla birlikte sabahın seherinde yedi tepeli şehrin en güzel tepesinden manevi mimarları olan büyüklerinden müsaade alarak ayrılıyoruz İstanbul’dan.

Mihmandarımız Ertuğrul Oral Hocamız’ın nezih latifeleri ve yorumları, arkadaşlarımızın katılımları ve hep beraber söylediğimiz marşlar ve türkülerle yolları daha da yakınlaştırarak öğle olmadan Edirne’ye kavuşuyoruz. Bizim olduğunu, bizden olduğunu bir çok nişanelerle haykıran Edirne’de çok yeri gezsek bile gönlümün daha varmadan Selimiye’de sarılı kalacağını hissediyorum. Selimiye’ye yaklaşırken Kemal Tahir’in bir sözü geliyor aklıma:

"Edirne’yi Yunanla Bulgar bize niye bıraktı sanıyorsunuz. Koca Sinan o çifte minareleri sınır boyuna süngü gibi öyle çakmış ki içeriye onların bedeni değil ruhları bile giremez."

Gerçekten Selimiye bir medeniyetin yüce imanının resmidir. Tarihin bize hediyesi olan beyaz sarıklı sultan, Edirne’nin bağrında öyle duruyor ki öyle şanlı bir duruşu var ki büyük aşkın yapıta bürünmüş aşk diye görünmüş hâli sanki.

999 tane pencere her şerefeye çıkan ayrı bir yolu olan 4 minare ve büyük bir kubbeyle Sultan II.Selim bizlere "Gören gözlere gün ışımıştır." mesajını en güzel şekilde veriyor eskimez zamanlardan. Bütün işciliklerdeki kusursuzluk sadece emeğin değil imanın da nasıl pay sahibi olduğunu gösteriyor bize aynı zamanda.

Edirneliler "Selimiye’nin yapısı, Eski Caminin yazısı, Üç Şerefeli’nin kapısı" derlermiş. Biz her yanımızı Selimiye’de bırakarak ardından Eski cami ve Üç Şerefeli’ye gidiyoruz. Eski Cami’nin yazıları gerçekten insanda ânında bir coşku yükselmesi meydana getirirken Üç Şerefeli’deki yazılara bakınca bıçak saplantısı gibi bir sancı çöktü içimize. Çünkü Tarihin sayfalarını kinleriyle kirleten Tek adamların Tek partili dönemlerinde Yunan’ın bile "Bun ne kin" diyeceği şekilde âyetlerin üzerini kireçle örtmeye çalışmalarına şahit oluyoruz. Güneşe saldıran bu cücelerin garip eylemlerini şaşkın vaziyette kaydediyoruz defterimize

Namaz arasından sonra midemizin isyanlarına boyun eğerek gezi âdâbına uygun olarak şehrin en meşhur yiyeceği olan ciğerle selâmlıyoruz midemizi. Bazı arkadaşlar ciğer ziyafetine bir daha tevbe etseler de Edirne’de ciğerin şöhretine halel getirmemek için ben mühürlüyorum dudaklarımı bu sohbete.

Sonraki durağımız Yıldırım Beyazıt Külliyesi. Hocamızın Külliye’nin işleyişini anlattığı anda arkadaşlarımızın gözlerinde biriken saygı sloganları tarihine dost bir neslin ecdadına beslediği saygı açısından görülmeye değerdi.

Külliye günümüz insanının bile hâlâ kavrayamadığı "insana, insan olana saygı"nın eşsiz bir ispatı. İçinde cami medrese ve dertlilere deva hastalara şifa dağıtan hastahane. Tuna nehrinin yanında doğanın kucağında ibadetin eğitimin tedavinin ortak verildiği bu külliyede en ilgi çekici yer Darüşşifa. O dönem delilerin diri diri yakıldığı bir dönemken ecdadımız bu insanları tıbbî ilaçların yanında çiçeklerin güzel kokusu su ve müzik sesi ile tedavi etmeye çalışıyor. İlginçtir ki delilik mevsimi olan ilkbaharda burası gençlerle doluyor. Karasevdalı gençler ipek yastıklara yaslanıp su sesi çiçek kokusu ve binlerce kuşun cıvıltısıyla şifa buluyorlar. Binlerce insana şifa dağıtan bu ocak Balkan harbinden sonra maalesef içli bir sessizliğe gömülüyor.

Kırkpınar adını çoğumuz çocukluğumuz da çocuk kalbinin verdiği güzel heyecanla seyrettiğmiz Kırkpınar güreşlerinden mutlaka duymuşuzdur. Kırkpınar yani erlerin meydanı, er meydanı. Kel Aliço’nun, Koca Yusuf’un Adalı’nın yüreklerini katarak güreştikleri er meydanında geziyoruz kulağımızda davul sesleri. Burada Hocamız önemli bir noktaya temas ediyor. Bu pehlivanların sadece rakibini değil, nefsini de yenmiş ulu insanlar olduğunu anlatıyor efsaneleşmiş hayat hikâyeleriyle.

Arkadaşların gözlerinde sınırsız mutluluk okunurken kendimizi sınırda, Kapıkule’de buluyoruz. Daha dün bizim olan elleri az ötemizde dururken gidemiyoruz ve şairin

"Ellerin yurdunda çiçek açarken/bizim illere kar geliyor gardaşım
Kim çizmiş bu hududu gönlümüze/Dar geliyor gardaşım

şiirini okuyoruz bağırarak. Kapıkule bu ülkenin çocuklarına misak-ı millînin ne kadar dar geldiğini gösteriyor bir daha.

Hâli görüp geleceği sezen bir zaman Viyana’da gezen haritayı kendi çizen atalarımızın âlem-şümûl düşlerinin aynısıydı arkadaşların gözlerinde büyüyen ateş. Hem demiyor muyuz Hakan Albayrak’ın dediği gibi "Düşleri misak-ı millî ile sınırlı olanlar kahrolsun."

Bir lamba hüznüyle fısıldayınca altın ufuklarda akşamın güneşi biz Meriç’i de selâmladıktan sonra Edirne’nin manevi sultanı Hasan Sezaî Hazretleri’nin huzuruna varıyoruz. Hasan Sezaî Hazretleri Edirne’nin manevi inşasında yani Adrinapolis’in Edirne olmasında büyük katkısı olan gerçek gönül mimarlarından biri. Ömrü boyunca insanların gönlünü gönlün sahibine bağlamış. Huzur sükûn dolu bir toplum oluşmasında büyük katkıları olmuş güzeller güzeli bir Hak dostu. Aynı zamanda Divan sahibi olan Sezaî Hazretlerinin

Râh-ı aşkda cânını kurban eden/Şüphesiz ol vâsıl-ı Yezdân olur
Gülşenî’den bir kadeh nûş eyleyen/Ey Sezaî nâil-i cânân olur

gibi nice güzel şiiri de bulunmakta. Mevlâ onun aşkının zerresinden bizi de pay sahibi kılsın duasıyla ayrılıyoruz manevi merkezden.

Herkeste tatlı bir yorgunluk hâli var ki koltuklara geriliyoruz hemen. Hocamızın gezi boyunca dağıttığı tebessümlerini üzerimizde hızlı hızlı çoğaltmaya başlamasından anlıyoruz gitme zamanının geldiğini.

İçimiz gönlümüz gözümüz dola dola ayrılıyoruz Edirne’den. daha şehri çıkmadan bir daha gelme sözü bile veriyor çoğu arkadaş.

Ey ecdadı ekber yari güzin sevdalısı güzel insanlar ruhunuzun medeniyetinizin inceliğinizin karşısında saygıyla eğiliyoruz.

Bir şehri şiire dönüştürüp ardından ince derin bir zevkle bu şiiri şerheden ikindi mimarlarına binlerce saygı ve selâm olsun. Ruhlarına fatiha!
Top