Yalnız minareler ve hüzünlü hikayesi
Yalnız minareler ve hüzünlü hikayesi
Darende’ye yolunuz düşerse camilerinden ayrı kalmış, melül mahzun bekleyen ‘yalnız’ minareler çeker dikkatinizi. Bir de hikâyesi vardır bu minarelerin. Gerçek midir, rivayet midir bilinmez, ama sevenleri ayırmanın, gönül yıkmanın, düşmanlığın akıbetini pek güzel anlatır bu hikâye. Tarihi İpekyolu üzerinde bulunan Darende, tarih boyunca pek çok medeniyete hizmet etmiş, Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi sırasında Sadrazam Sinan Paşa tarafından Osmanlı topraklarına katılmış. Tohma Kanyonu, Günpınar Şelalesi gibi tabii güzellikleri barındıran Darende’ye yolunuz düşerse geniş birer bahçenin içinde, camilerinden ayrı düşmüş melül mahzun bekleyen minareler çekecektir dikkatinizi.
Kesme taştan inşa edilen bu ‘yalnız minareler’den biri 1727 yılında Hacı Hüseyin Paşa tarafından yaptırılmış. Bir diğeri, Dânâ Bey Minaresi adıyla biliniyor. Zengibar Kalesi’nin altında yer alan Ulucami Minaresi de yakın zamana kadar yalnız imiş. 14. yüzyıldan kalma bu minare, Es-Seyyid Osman Hulusi Efendi Vakfı tarafından yanına bir cami yapılarak yalnızlıktan kurtarılmış. Bu minarelerin ‘yalnız’ oluşlarını anlatan bir de hikâyeleri var. Gerçek midir, efsane midir, ‘hüsn-i tahlil sanatı’na merak salmış bir edebiyatçının eseri midir, yoksa her işe bir bahane, her fincana bir kulp uyduran halk muhayyilesinin ürünü müdür bilinmez; ama sevenleri ayırmanın, gönül yıkmanın, düşmanlığın, bilcümle katı kalpliliğin akıbetini pek güzel anlatır bu hikâye.
Raviyân-i ahbâr öyle rivayet eder ki, zamanın behrinde Darende’de biri kayaların tepesinde, biri düzlükte iki kalabalık aile yaşarmış. Bu iki aile, çağıldayarak akan Tohma’nın etrafına hayat bahşetmesine inat birbirlerine karşı adeta ateş püskürürlermiş. Gün gelmiş ailelerden birinin kız, diğerinin erkek iki çocuklarının yüreğine karşılıklı sevda düşmüş. Evlenip yuva kurmak, mutlu mesut bir hayat sürmekmiş tek istekleri. Belki böylece yıllar yılı sürüp giden düşmanlık da sona erermiş. Ama büyüklerin inadı sevda dinler mi? Haber alır almaz derdest etmişler iki genci, bir küheylan ata birlikte bağlamışlar. Deh demişler ata, kayalardan aşağı sürmüşler.
Netice ne mi olmuş? “Zalim yine bir zulme giriftar olur âhir/ Elbette ev yıkanın hanesi olur viran.” demişler ya hani. Bir müddet sonra öyle olmuş ki iki aile de karınlarını doyuracak bir lokma ekmeğe, sırtlarına giyecek bir eski gömleğe muhtaç kalmışlar. Yüklenmişler yüklerini, gitmişler gayri diyarlara. Öyle bir göçme göçmüşler ki, giderken camilerin taşlarını bile sökmüşler. Ve minareler, yapayalnız kalmış böyle bir aşk destanını/sevda düşmanlığını gelecek nesillere anlatmak için.
Kesme taştan inşa edilen bu ‘yalnız minareler’den biri 1727 yılında Hacı Hüseyin Paşa tarafından yaptırılmış. Bir diğeri, Dânâ Bey Minaresi adıyla biliniyor. Zengibar Kalesi’nin altında yer alan Ulucami Minaresi de yakın zamana kadar yalnız imiş. 14. yüzyıldan kalma bu minare, Es-Seyyid Osman Hulusi Efendi Vakfı tarafından yanına bir cami yapılarak yalnızlıktan kurtarılmış. Bu minarelerin ‘yalnız’ oluşlarını anlatan bir de hikâyeleri var. Gerçek midir, efsane midir, ‘hüsn-i tahlil sanatı’na merak salmış bir edebiyatçının eseri midir, yoksa her işe bir bahane, her fincana bir kulp uyduran halk muhayyilesinin ürünü müdür bilinmez; ama sevenleri ayırmanın, gönül yıkmanın, düşmanlığın, bilcümle katı kalpliliğin akıbetini pek güzel anlatır bu hikâye.
Raviyân-i ahbâr öyle rivayet eder ki, zamanın behrinde Darende’de biri kayaların tepesinde, biri düzlükte iki kalabalık aile yaşarmış. Bu iki aile, çağıldayarak akan Tohma’nın etrafına hayat bahşetmesine inat birbirlerine karşı adeta ateş püskürürlermiş. Gün gelmiş ailelerden birinin kız, diğerinin erkek iki çocuklarının yüreğine karşılıklı sevda düşmüş. Evlenip yuva kurmak, mutlu mesut bir hayat sürmekmiş tek istekleri. Belki böylece yıllar yılı sürüp giden düşmanlık da sona erermiş. Ama büyüklerin inadı sevda dinler mi? Haber alır almaz derdest etmişler iki genci, bir küheylan ata birlikte bağlamışlar. Deh demişler ata, kayalardan aşağı sürmüşler.
Netice ne mi olmuş? “Zalim yine bir zulme giriftar olur âhir/ Elbette ev yıkanın hanesi olur viran.” demişler ya hani. Bir müddet sonra öyle olmuş ki iki aile de karınlarını doyuracak bir lokma ekmeğe, sırtlarına giyecek bir eski gömleğe muhtaç kalmışlar. Yüklenmişler yüklerini, gitmişler gayri diyarlara. Öyle bir göçme göçmüşler ki, giderken camilerin taşlarını bile sökmüşler. Ve minareler, yapayalnız kalmış böyle bir aşk destanını/sevda düşmanlığını gelecek nesillere anlatmak için.
Konular
- Mimar Sinan’ın Kaleminden Selimiye Camii
- Ayasofya'nın minareleri neden farklıdır?
- Yivli Minare
- Ayasofya, Ezan ve Yahya Kemal
- Bahçesaray
- Rüya içinde bir rüya: İsfahan
- Ezanlar Okunurken…
- Bir Şehrin Özgüncesi
- Diyâr-ı Şam
- Edebiyat, "Edebiyat Yapmaya" Gelmez
- Fatih'in İki Sırlısı
- Minarelerin Sesi
- Hazır cevaplar
- Yalnız minareler ve hüzünlü hikayesi
- Minare Tarihi
- Saltanat Benim İse
- Teşekküre Zorlamak
- Fazla Bahşiş
- Herkes Yediğinden Gönderir
- Hasta Olmayasın Diye
- Kılıcın Hakkını Unutma
- Alçak Sesle Söyle
- İstanbul'u Değil Dünyayı Alırım
- İstanbu'u Niçin Fethettin
- Hangi Yöne Sefere Gideceğiz
- Allah Rızası İçin
- Anan Ne Giyinsin Süleyman
- Eğri Minare
- Ne Yedirelim?
- Ben Çekilirim