ihya.org

tarih

Diyâr-ı Şam

Özlemini duyduğum, Şam şehrinin ziyaret vakti gelip çatmıştı. Bu özlemle beraber diğer bir özlemini çektiğim Yahyalılı A. Ramazan Dinç hoca, efendinin de ziyarete gidilecek grupta bulunması ayrıca zevkimize bir zevk daha kattı. Onunla böyle güzel bir yolculuğa çıkmak, hak etmediğimiz halde Allah (cc)’ın bizlere bir ikramı, bir hediyesiydi. Yolculuk boyunca da anladığım, gerçek bir Allah dostu, yanında bulunanların hallerine göre hareket edip, onları zor durumda bırakıp, itiraz hallerini yaşatmak istemiyorlar. Onların bulunduğu ortamda nefes almak, cennet bahçelerinde nefes almak gibidir. Kâmil bir insana itiraz etmenin (Kur’an ve Sünnet dışında) ne kadar büyük bir yanılgı olduğunu insan sonradan daha iyi anlıyor ama iş işten çoktan geçmiş oluyor. O insanın bizlere göstermiş olduğu engin şefkat ve merhametin Allah (cc)’tan bize bir rahmet olduğunu unutmayalım. Bizlerin günahlarına, kusurlarına ve usulsüzlüklerine rağmen bizleri idare edip, aman bu lokomotiften ayrılıp helak olmasınlar diye şefkat gösterdiklerine cân u gönülden inanıyoruz.

Bir Şehrin Özgüncesi

İçim gidemediğim şehirlerin şiirleriyle doludur. Herbirinin sokaklarında gönderdiğim mektupların mürekkep hokkasına batırılmış hasret dolu sayfaları asılı durur.

"Bir çentik at tarihe haydi uzat / ellerini varır bulur ellerim"

Yürüyüşün hesapsız gücünü kavramaya başladığım günden beri ellerim her biri birer sevgili olan bizim şehirlerin yollarında uzalı yar mektubu bekler gibi beklemekte. Biliyorum bir gün kavuşacak ellerimiz. Bir gün yüzümü süreceğim topraklarının harına.

Rüya içinde bir rüya: İsfahan

Selman-ı Farisi’nin, Kılıç Arslan'ın şehri İsfahan.

Kurduğu rasathaneden gökleri inceleyen, feleğin kaç bucak olduğuna dair dizeler döktüren Ömer Hayyam’ın şehridir İsfahan. Ragîb El İsfahani’nin şehri.
Büyük bir ilim havzasıdır İsfahan. Medreselerinden ne hikmet adamları, sanatçılar, bilim adamları geçmiştir.

Alparslan'ın barış teklifine, “Ordumu İsfahan'da kışlatıp, Hemedan'da sulayacağım” şeklinde karşılık veren Diyojen rüyası İsfahan'a kavuşamamıştı. Şimdi de Bush oraya göz dikmiş duruyor.

Bahçesaray

Şiir şehri mi demeliyim Bahçesaray’a yoksa masalların şehri mi bilemiyorum. Kimler şiir yazmamıştır ki ona; Rus edebiyatının kurucusu sayılan Puşkin, Sahaların milli şairi Oyunski ve elbet Şükrü Elçin Hoca ve yaşayan büyük Tatar şairlerinden Şakir Selim hemen aklıma geliverenler. Eminim, şimdi siz de benim eksik bıraktığım birkaç Bahçesaray şairi hatırlamışsınızdır. Belki de dünyada başka hiçbir şehir için bu kadar çok şair şiir yazmamıştır ki, onların her biri başka başka miletlerden veya coğrafyalardan olsun. Bu yüzden Bahçesaray’a şiir şehri mi demeliyim diye düşünüyorum.

Ayasofya, Ezan ve Yahya Kemal

Eski bir kitapta okumuştum: Hayatında cami nedir bilmeyen bir adam, gittiği bir köyde ilk defa minare görüyor. Aval aval bakmaya başlıyor. Biraz sonra müezzin yukarı çıkıp, şerefeyi dolaşarak ezan okuyor. Tabii ki, ezanı bitirdikten sonra minarenin küçük kapısından içeri giriyor. Büyük bir şaşkınlıkla manzarayı seyreden ahmak, yanındaki arkadaşına, “Gördün mü ağaç adamı nasıl yuttu?” diye soruyor. Bir kısım medyanın, “Ayasofya’nın minaresinde ezan sesleri.” diye manşet atmasını ben şahsen minareyi ağaç zanneden adamın cehaletiyle eş değer buluyorum. Bunlar bilmiyorlar mı ki, Ayasofya’nın minarelerinde ezan, yaklaşık beş yüz yıldan beri okunuyor.

Mâbedin müzeye çevrilmesiyle birlikte ara verilen ezana, 1991 yılının mart ayında tekrar başlanıyor ve şerefeler, ezanla bir kere daha şerefleniyor. Bu gerçeği bilmeyen bazı gazeteciler, sanki ilk defa uygulamaya konuluyormuş gibi, “Ayasofya müzesi yavaş yavaş ibadete açılıyor. Bir minareden ezan okunuyor.” diyerek zihinleri bulandırmaya çalışıyorlar. Minare zaten ezan okumak içindir, şarkı türkü söylemek için değildir.

Ayasofya'nın minareleri neden farklıdır?

İstanbul'un orta yerinde olağanüstü güzellikte bir yapı durur. Yalnız Ortadoks dünyasının kutsal yeri olarak değil, sanat tarihindeki yeri nedeniyle de, bu yapı bütün dünyaca tanınmaktadır.

Şimdi Gülhaneden yukarıya çıkarken ya da Çemberlitaş'tan aşağıya inerken karşınıza çıkan bu yapı belki de dikkatinizi çekmeyecektir. Çünkü, sağlı sollu bir çok binanın gölgesinde kalmış bu yapı gözden kaçabilir. Hattâ bu yazıyı okuyup, Ayasofya'yı bilenler bu yapının tarafımca çok fazla abartılarak yazıldığını düşünebilirler. Pekiyi, bu yapının ilk binasının 4. yy'da I. Konstantinos tarafından yapıldığını söylesem şaşırmaz mısınız? Yani günümüzden 17 yy önce. Yani 1700 yıl önce. Ancak, bu yapıdan günümüze her hangi kalıntı -şimdilik- bulunamamıştır. Bu ilk yapı bir iç ayaklanma sırasında yakılmıştır. Çünkü bu yapının sözetiğimiz ilk durumu bazilika planlı ve fakat çatı kısmı ahşaptı.

Sultanahmet Camisinin Yapılışı ve Hazırlık Dönemi

Yıkım ve kazı; külliye yapımına istimlâk olunan arazide bulunan yapıların yıkılmasıyla başlanmıştır. yıkımı temel ve lağımın kazılması toprak doldurulması ve temizlenmesi izlemiştir. Moloz taş çıkarılması kariz boşaltılması işlerinde Lağımcılar çalışmıştır. Malzeme ve temini; Yapım için gerekli malzemenin iş yerine getirilmesi karmaşık bir işlem olarak belirmektedir. Önce taş ağaç kurşun gibi İstanbul dışında ve çeşitli yerlerden getirilecek malzemeyi bulmak ve satın almak için bazı kişiler görevlendirilmekteydi.

Sultanahmet Camisinin Yapımı

Camii öbür mabetlere oranla, iç mekânlarda çok geniştir. Sinan’ın Süleymaniye’ sinin kubbesini taşıyan pil payeleri yerine, Mehmet ağa, yuvarlak ve çok iri sütunlar kullanmış ve yine Sinan’ın Şehzade Camii payelerinde yalnız üst kısımlarda yer verdiği yivlerini, Mavi Camiinde, çok aşağılardan itibaren başlatmak suretiyle, sütunların heybetini ve ağırlığını hafifletmiştir. Bu hem cesur ama hem de isabetli ve artistik tercihi ağır basan bir dizayndır. Camiye önce dışarıdan bakarsak 6 minareye sahip.

Bursa Ulu Camii Minberindeki Sırlar

602 yıllk bir minber... Tarihi minber üzerinde güneş ve galaksi sistemleri var. Hem de gezegenlerin büyüklük oranları ve yörüngeleri gerçek oranlarla örtüşüyor...

1402 tarihinde (Hicri 804) inşa edilen Bursa’nın tarihi sembollerinden Ulu Caminin minberinin Doğu yakasında (mihraba bakan yüz) Güneş sistemi, Batı yakasında ise Galaksi Sistemi yer alırken evrenin kül olarak tasvir edildiği ileri sürüldü. 602 yıllık tarihi minberdeki şekiller bu tespiti doğrular nitelikte. Hem de minberin her iki yüzünde şaşırtıcı şekilde evrenin haritalarının adeta bir krokisi var. Bu kadar büyük bir tesadüf olabilir mi, yoksa bu minberin banisi gerçekten bir astronomi hayranımıydı?

Top