Yüksek minareler

Yüksek minareler

Ülkemizde yapılan nüfus sayımlarına bazıları güven duymasa dahi ortalama rakamlar bize yol gösterebilir.

Meselâ ülkenin yüzde otuz nüfusu hâlâ köylüdür. Ben buna bir yüzde otuz da "şehre gelmiş ama şehirli olamamış köylü"yü ekliyorum.

Aslına bakarsanız toplum sürekli bir "değişim oluşum" hâlinde. Yaşanan hayata baktığımızda duragan bir "muhafazakârlık"tan bahsetmemiz mümkün değil. Analiz edilecek, adı ve yönü belirlenecek olan şey, şehirlere biriken bu nüfusun ileride nasıl bir şekil alacağıdır.

Hangi değerlere bağlı kalacak, hangi hedeflere koşacak?

Bu çerçevede köylerimizdeki bir oluşumu dile getirmek isterim. Bu köyler göç etmeyen, kendini geliştiren, nüfusu artan köyler.

Bildiğiniz gibi "çarık ve karasaban" devri, "kasketli cahil köylü" çok gerilerde kaldı. Köylümüzün maşallah herşeyden haberi var. Memlekette olup-bitenleri dikkatle izliyor, kendince değerlendiriyor, ölçüp-biçtikten sonra kendi çıkarına olacak siyasî ve iktisadî kararları alabiliyor.

Bu köylerdeki kerpiç ve eski binalardan eser kalmamış denebilir. İkişer, üçer katlı betonarme binalar yapmışlar; her köyde kasap-manav-bakkal-market-hatta eczane, internet-café bulunuyor.

Köy yolları artık kuş uçmaz-kervan geçmez değil. Bozuk olsa da asfalt yolları var. İletişim imkânları fevkalade. Minibüsleri, otobüsleri var. Bir daha tekrar edeyim; bunlar gelişmiş ve gelişmekte olan köyler. (Memleketin her bölgesinde bunlardan bulunuyor). Bir de gelişmesinden umut kesilmiş, göç ile nüfusunu kaybetmiş artık yok olmaya yüz tutmuş yerler var ki, onlar bu yazının konusu değil. Zaten pek çoğu bu gün olmasa bile yarın haritadan silinecek (Sivas'ta 216 köy tamamen boşaltılmış).

Gelişen köylerde göze çarpan en mühim binaların başında camiler geliyor. Eski, toprak damlı, bodur minareli cami neredeyse kalmamış. Kilometrelerce öteden görülebilen, kubbesine kıyasen ölçüsüz-oransız yükseltilen çifte şerefeli, çifte minareli koca koca camiler yapılmış.

Bu camilerin bu kadar büyük ve gösterişli olmasının elbette bir sebebi vardır. Bazıları buna rekabet diyor. Karşıdaki köy böyle bir cami dikince, beri yandaki onu kıskanıp ondan daha irisini yapıyormuş.

Bu sebep istisnai olarak (Bilhassa Karadeniz yöresinde) kabul edilebilir.

Ancak ben hadiseyi şöyle yorumlamak isterim: Ülkedeki siyasî-iktisadî ve kültürel gelişmenin bir uzantısıdır bu. Yıllarca baskı altında tutulmuş duyguların fışkırmasıdır. Gösterişli bir kimlik belirtisidir. Böylece kabul görmek istiyorlar. Biz buyuz diyorlar. Bazıları (ben de dahil) bunu görgüsüzlük, estetik yoksunluğu, israf olarak değerlendiriyor. Ama kazın ayağı öyle değil.

Dünyada ve ülkede olup bitenlerin sonucu, milliyetçi duygularımızın sembolü olarak nasıl her mekânda bayrakların sayısı artıyor, bazı yerlerde büyük ebatta bayrak dalganıyorsa; bu camileri de aynı çerçevede görmek lazımdır.

Gelişen köyler gelişmelerini islâmi kimlikten taviz vermeksizin oluşturmak derdindeler. Kalkınacaksak, varlığımız hesaba katılacaksa böyle katılsın diyorlar.

Bu büyük camilerde vakit namazlarında bir, bilemedin iki saf cemaat ancak bulunuyor. Bunu gören bazıları bu ne perhiz bu ne lahana turşusu diyor. Öyle değil işte. Ya nasıl? Vatandaş "Ben cumadan cumaya camiye gidiyorum, beş vakit kılamıyorum ama, ibadetimiz eksik diye camimiz ufak olmasın. Öyle bir camimiz olsun ki dosta düşmana burası bir İslâm beldesidir diye haykırsın" diyor. Adam belki bütün yıl içiyor ama, Ramazan gelince içkiye ara veriyor. Mesele budur.

Geçmişten geleceğe bakarken, şehirlerimizin gökdelenlerle kaplanmasına karşılık, gelişen köylerimizde çifte şerefeli, çifte minareli camiler boy gösteriyor. İlginç.

Mustafa Kutlu - yeni safak
Top